LOGO

LOGO

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Açık Kapı


Şimdi bütün yollar sana çıkıyor ya,çıkmaz sokağa döner mi bir gün?Kaybettirir misin izini?

Bilirsin “hayır” diyemem herhangi bir zaman gelsen, en çok da bundan korkardım zaten.

Her zaman açık bir kapımın olması ne kötü. Ne kötü hayatıma devam ediyor olamamam. Binlerce aşkı devirip geldiğinde hayır diyemeyeceğimi benim kadar senin de bilmen.

Öyle savuşturamıyorum hayatımdakileri bir çırpıda öyle kuru bir hoşçakalla uğurlayamıyorum belki de. Hani yenilerini, yeni birilerini engelleyen o ket yok mu zihnimde alalade bir geçmiş parçasına tutsak ediyor beni.

Giderken kapatmadın ya ardından kapıyı benimde elim varmadı hatta. Hep cerayan yapan bir ev gibi üşüdüm, üşüttüm işte...


Hani kaldı ya o kapı öylece. O kadar çok şey vardı ki içimde sana dair, bende oturdum dertleştim kendimle. Kendim kendime akıl verdi kendinde varmış gibi. O kadar çok şey yaşadım ki kendi başına yaşanılabilecek sonra da tiksindim başbaşa kalmaktan çıktım dışarıya, içeri giremedim tekrar. Öylece izledim akıp giden hayatları dahil de olamadım hiçbirine. O yüzdendir ki teoride bildiklerimi pratiğe dökememem. O yüzdendir ki kendi içimdeki ben’e herkesten yabancı gelmem. Bir muğlaklık var hala içimde onca kesinliğe rağmen sona ermeyen.

14 Mayıs 2015 Perşembe

Basit Bir Hikaye

üşüyüp yorgun düştükçe yüreğim
kendime görünmez sıkıntılar büyütürüm.
Gözlerin Düşer Aklıma - Şükrü Erbaş 


Basit bir hikayeydi oysa başta, mutlu sonu olan başlangıcı net bir hikaye. Sonra baktım ki değişiyor sürekli bir şeyler bıraktım mutlu sonlara inanmayı. Son dediğimiz neydi ki kimi zaman yan yana ölüm, kimi zaman yan yana yaşayış ki ikisi de en fazla aynı kapıya çıkıyordu. Bir ömrü mutluluk için harcayıp görkemli bir son için tüm gücüyle uğraşanları çok gördüm. Belki onlara göre mutludur sonları ama hiç aklıma mutlu sonu olan bir şey gelmiyor. Leyla ile Mecnun’un kavuştuktan sonraki hallerini merak ediyorum, Aslı ile Kerem’in Tahir ile Zühre’nin… Aklıma yatmayan bir şeyler var bu sonlarda hep çaba eşittir mutluluk formülü gibi işlemiyor gerçek hayat. Kimi zaman masallarla yarıştırırdım kendimi. Artık onlar bana muhalefet olmak için yazılıyor.
Basit bir hikayeydi oysa hayatım, bir duygu boşalımı halimde başucumda biten birilerini hayal ettiğim. 

İki satır yazıyla sonu gelebilecek şeyler yaşıyordum. 17 haziran diye bir gün var hayat orada gösteriyor perde arkasındaki yüzünü. Bu hikayeye yeni cümleler eklememe mecbur kılıyorsun beni. Artık hikayemin o iki cümlesinin arasına bir kalem alıp sen dalıyorsun.Birinci cümle: Seviyorum.

Sonra o kadar hengameyi atlatmaya çalışıyorum kendi başıma iki kişilik sevmeye üzülmeye sevinmeye başlıyorum. küfür edilmeye layık bir yaşamda bir erkeğe yakışmayan onca şeyle kalakalıyorum.
Şiiri seviyorum diyordun bir yazında hatta kendi deyiminle “meftun” ama ben bilseydim hiç yazar mıydım şiiri? Geçmeye cesaret edebilir miydim saygıdan eğildiğim sokaklardan acemice. Ben senden önce sevmiştim şiiri bırakamadım. Biliyorsun sende hatta bir tanesini (ne bir tanesi!) paylaştım en son seninle. Her seferinde olduğu gibi “çok güzel” demedin o zaman anladım güzel olduğunu nezaketen beğenemediğini. Aldın bir parçasını yazdın bir değersiz mecraya iliştirip altına “alıntı” kelamını (kimden alıntı? Neden alıntı? Niçin alındı?). Benim gözümden sakındığım cümleleri sen teşhir ediyordun. Ve ben epey kızmıştım sana. Tartıştık daha da artıyordu son’a hasretim sonu elimin tersiyle kovalıyordum. Aslında öyle bir yeri istila etmiştin ki kolay kolay kurtulunulamıyordu senden. Hastalıklar için sirayet sözcüğü kullanılır tüm bedenime sirayet etmişti sanki. Arındıramadım ilk çırpıda. Ne yapacağımı sorarsan da bilmiyordum. sonra ısrar ettim sana artık bu meleksi görünüşleri bırakman ve bir kötü gibi çekip gitmen için fırsatlar dizdim. Değerlendirmeyi bilmiyordun fırsatları sana hiç fırsat veren olmadı herhalde. Bana da pek olmadı ben de ne yapacağımı bilemezdim büyük ihtimalle ama sen bilmeliydin, sevilendin çünkü sevilen olmak bunu gerektirir.
Sonra son cümle gayri ihtiyari döküldü dilimden: o da beni sev-…


Hayal kur benim için

Yılların esaretinde korku, beni rahat bırak. Ekmeğimi, suyumu, hayatımı aldın, beni hayalimde rahat bırak. Bırak beni istediğim gibi yaşayım hayallerimde. Her şeyimi aldığın yetmezmiş gibi bana hayal kurmayı bile unutturdun. Korku, hayal kırıklığı beni bu hale getiren. Yatağıma yattığımda hemen uykuya dalan gamsız gözler yazık size. Her şeyden umudunu kesmiş biçare dimağ yazıklar olsun. Ne kaybetti hayal kuran. İlk uçağı hayal edip yapan kardeşler ne kaybetti. Telefonu bulan graham bell ne kaybetti hayalden. Veya hayalindeki parlak ışıkları beyninin parlak fikirleriyle ortaya çıkaran edison ne kaybetti hayal etmekten. Fatih Sultan Mehmet gemileri karadan yürütmeyi hayal ettiğinde ne kaybetti. Ona deli diyenler ne kazandı. Hayal et. Tren rayından kayıp giden bir eşek hayal et. Sana göz kırpsın. Aynı shrekteki eşek gibi komik bir eşek olsun ve sana dil çıkarsın raylardan kayıp giderken. Ona öküz gibi bakan bir insan hayal et. Yer değiştirsin normların ne çıkar. Korkma hayalden. Babasıyla ele ele geziye çıkmış karıncayı hayal et. Atletini giymiş ağzındaki ateşle mangalı yelleyen kıllı ejderha hayal et. Korkma. Kimse bunları hayal ettin diye sana bağırmayacak. Ne zaman hayalden korkar olduk. Niçin bu hale geldik. Gerçeğe nasıl bu kadar saplandık. Hayallerin gerçeği oluşturduğunu ne zaman unuttuk. İlkokulda hayal etmek başarmanın yarısıdır lafını bize öğrettiler bize. Sonra nasıl gerçek, hayatın tamamı oldu söyle bana. Kim unutturdu bize hayali. Neden bir şeyin olmasını çok istersek olmayacağından korktuğumuz için hayal kurmayı bıraktık. Hayal kırıklıkları mıydı bize bunu yaptıran? Kesinlikle. Olumsuz düşün. Ne kadar olumsuz düşünürsen o kadar az hayal kırıklığına uğrarsın. Zaten ben bunun böyle olacağını biliyordum dersin. Hayatta hedefin ne kadar azsa o derecede mutlu olursun. Sen olumsuz düşündükçe, hayal etmeyince her şey daha kötü oluyor ne zaman bu gafletten kurtulacaksın. Hayatın daha sığ, daha yapay ve monoton geçiyor farketmedin mi? Hayal edecek bir şeyin kalmadıysa niçin yaşıyorsun. Bırak artık 24 saat gerçeklerle yaşamayı. Uyku bile hayatının tamamının gerçeklerle geçmeyeceğini rüya göstererek kanıtlamıyor mu sana? Haykırmıyor mu her gece? Gününün 10 dakikasında hayal kur nolur. Hayal et benim için. Güzel bir dünya hayal et. Karanlığı sabahın güneşine tercih etme. Bırak aydınlıkla birlikte yaksın tenini güneş. Önünü görürsün çünkü. Yan hayallerle ne çıkar. Yaksın seni. Güzel bir dünya hayal et. İçinde savaş, öfke, hırs, kıskançlık olmasın. Bak sende istediğin dünyada yaşıyorsun. 2 dakikalık kurtuldun soluğunu kesen dünyadan. Tatil mi istiyorsun? Çıkar bir kartpostal. Oradaki resmi hayal et. Eyfel kulesindesin veya hawaii adalarında. Çok mu zor bir deniz kenarı düşün. Şezloguna uzanmış dalgaların şarkısı eşliğinde yıldızları seyrettiğini düşün. Kimse yok sahilde bir sen bir yıldızlar bir de deniz var. Hatta bırak şezlong denen kapitalist aleti. O bile parayla. Ama hayalin bedava. Yat kumlara. Sıcaklığını düşün. İnce taneleri ellerinden kaysın yere. Şimdi aç gözlerini. Nerdesin? Olduğun yere döndün. Çok sevdiğin gerçekliğine döndün. İşte yaşadığın dünyaya döndün. Korkma bende döndüğün yerdeyim. Gerçeğe döndük. Masrafsız bir tatilden belki biraz olsun rahatlayarak döndük. 2 dakikalık tatilinde ruhun rahatladı çünkü güzel düşündün. Hayal ettin. Yolculuk için herhangi bir pasaport veya bilete de gerek yoktu. Belini ağrıtan bir otobüse veya bulut üstünde saatlerce sıkıcı yolculuğa da katlanmadık. Bizi taşıyan gözkapaklarımızın kepenklerini indirdiği süreyle beynimizin duygu bölümü olan parietal lobuydu. Işınlanarak gittik geldik. Işınlanmayı sen buldun. Zaman kavramını değiştirdin. Einstain’ın izafiyetini açıkladın. Şimdi geçmişte kaldıysa gelecek de bir gün şimdi olacak elini çabuk tut. Hayat akıyor. Hayal et sevdiğini. Göz göze bakıştığınızı... Ellerini tuttuğunu... Bir şey söyleme mesela. Yürü sadece onunla. Konuşma. Yan yana olduğunu ve mutlu olduğunuzu düşün yetmez mi? Yol ayrımına geldiğinde elveda bile deme. Sadece elini kaldır ve usulca indir parlak gözlerinle onu süzerken. Sonra gidişini izle. Giderken onun gülücükler saçan yüzünde arkasını dönüp baktığını düşün. Hatta hayallerinde ayrılığı düşünme. Bir yaz günü parlak yıldızların altında, yeşil çimlerin üstünde yıldızla yer yüzü arasında birlikte uzandığınızı düşün. Çok mutlusunuz düşünsene. Ama bu mutluluğunu hiç olmayacak duaya amin deme vesvesesi bozacak biliyorum ve sen hayali hemen bırakacaksın. Mutluluğa giden yolda pes edeceksin. Bırak olmayacak duaya amin de. Mutlu ol 2 dakika ne olur? Mutlu ol benim için çünkü yılların kararttığı hafızanda geceleri çok yaşadın artık. Gece karanlığında bir baykuş olmaktan bıkmadın mı? Gündüz gözüyle görmek istemez misin dünyayı? Sana söz veriyorum. Kimse hayal kurduğun için darağacına veya giyotine göndermeyecek seni. Eli baltayla yüzü örtülü cellat beklemeyecek ve toplanmış halk izlemeyecek seni. Senin hayalinde toplanan halk hayran hayran konuşmanı izleyecek. Hadi bir hayal kur benim için. İçinde sevdiklerin, mutlu bir evin olsun. Mutsuz anlarında sığındığın yuvan olsun hayallerin. Bir hayal kur benim için. Bir hayal...

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Eksilme

kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
amentü - ismet özel 

Her geçen gün birileri eksiliyor hayatımdan. Küçükken oyuncaklarımla başladı eksilmeler sonra teyzem sonra dedelerim sonra ninem.* Bir otobüs yolculuğu ancak bu kadar yüklü gelirdi oysa üstümde bir monttan başka yük yoktu kışın ayazında. Sesler bu kadar donukken ne çekti beni gerçekten bilmiyorum. O gün ölüme üzüldüm ninemden çok ve dedim ki artık insanlara üzülmeyi bırakmam lazım. Yazdığımı sanardım kimseye göstermediğim yönümü yazılarla ifade edip kendimi bir nevi tatmin ederdim. Yazılmaya değer bir şeyler yaşamak isterdim. Sevmek isterdim mesela. O da oldu, çıktı geldi 13 yaşımda bir gezide tanıdım Çiğdem'i otobüste o güzeldi ben yakışıklı değil. O şarkı dinlerdi ben dinlemezdim o güzel konuşurdu ben yapamazdım. Kısacası ben hiçbir şey yapamazdım. Şimdi de pek bir şey yaptığım söylenemez ya. Bir şarkı önerdi Manga hayranıydı kendisi. Sonra msn verdi mesajlaştık. Ben seviyorum dedim o olmaz dedi.
O gün orada bitti çocukluğum. Sonra 16 yaşımda geldi bir başkası kısacası o en sevilendi Çiğdem falan sevilmemiş sanki bütün sevgilerim ona yansımıştı. Öyle güzel konuşurdu ki benimle hapsolmamak elde değildi. Neticede gitmesi benim ağzımdan çıkacak seviyorum'a bağlıymış.

Bir insan sevildiği yerden niye bu kadar hızlı kaçar ki? Ben de kaçmak istiyorum gerçi sevilme ihtimalim olan yerlerden. Nasıl bir ince çizgiyse artık bu. Ben hiç "hoşlanmadım" ben sevdim sadece. Korktum bu yüzden sevmekten. Severken sevilmeyi de beceremediğimi keşfetmek için 3 yanılgıyla yakın aralıklarla yüzleşip ilgisizliğime maruz bıraktım sevildiklerimi. Sevmenin kendi içimde bir boyutu bir sınırı var bir somutluğu var kelimelere dökemedim ama sevilirken kestiremiyordum ki. Annemle babam tarafından sevilmeyi
tercih ettim sevdiklerimi ise sadece sevmeyi. Kâh minnete kâh tesadüfe bağlayıp uzaklaştırmaya çalıştım kendimi.

Hayatımdan birileri eksiliyor dedim ve çoğu da sevdiklerim. Zaten sevmediklerimi hatırlamam bile herhalde ve gitmeleri de bir şey hissettirmez bende.

Ben ki, yazarken bile yalanını belli eden adam ben ki çocukluğunu adam olmaya uğraşla harcayan genç ben ki sabit bedenimde haddinden fazla yaşlanmış çocuk. Ben ne olduğumu bilmiyorum
gelip benden açıklama beklemeniz ne kadar mantıklı olur ki. Okuyorum o yüzden bana yakın şeyler bulabilmek için bir gözüm yok diğeri toprakta ben bile kısmen sevmiyorum kendimi.

Gitmelere açılan bir geliş kapısı bekledim durdum. Gelmek denilen şey hep yanında "gitmek" ile geliyordu çünkü. Ben kendimi temiz sanardım yüzümün aklığını az söylemediler yüzüme karşı.
Sonra yüzümle bir şey olmadığını anladım. Yüzsüz olmayı denedim zaman zaman acemiliğim çok geçmeden fark edildi.

16 yaşında çiçeği burnunda bir devrimciyim hâlâ. Bir söz söylense o zamanda bulacağım kendimi. En çok o zaman dilimine aitim çünkü. En çok o zaman anlaşılmadım o zamana dönüp anlaşılmak derdim.
Hâlâ atamıyorum anlaşılmaya değer vermeyi aklımdan. Oysa anlaşılmak özneldir her devirde ve hiçbir anlatılanla anlaşılan tam uyuşmaz birbirine. Yine bir anlatım sevdası için yazıyorum ya bu yazıyı.
Yine bir eksikliği tek başıma kapatmaya çalışmam. Tüm bu eksilmelere başka yerleri eksilterek yamalar yapmam. Her şey boş artık derken bile hâlâ ayakta kalmaya çalışmam.

Şimdi yaşlandım. Çocuk muyum? Genç miyim? Adam mıyım? Hala bilgim yok. Bir şeyin arttığını göremez oldum ve görmeye dair inancım da azalıyor. Dikelip uzak bir pencereden gidenleri izliyorum sanki benden kopmuşlar gibi. Gidenleri bekliyorum. Gidenlerle yaşıyorum. Kalanlar bir şey ifade etmiyor çünkü gitmedikçe içimde. Sen de git işte git ki gitme ihtimali kalmasın. Git ki sevilmeyeyim. Aynı kalayım.

*ruhi mücerret'te buna benzer bir monolog vardı.